TÜRKİYE’DE NÜFUS POLİTİKALARININ ÜREME SAĞLIĞINA ETKİSİNİN İNCELENMESİ
Bu makalede ilk olarak Türkiye’de tarihsel süreç içinde uygulanan pronatalist ve antinatalist nüfus politikaları tartışılmakta, uluslararası kuruluşların Türkiye’de uygulanan nüfus ve üreme sağlığı politikalarına etkileri incelenmektedir.
Nüfusun hem siyasi, hem de iktisadi bir olgu olduğuna; dünya ve ülke nüfusuna yönelik politikaların insan yaşamının her alanına (siyaset, ekonomi, sağlık, aile, eğitim vb.) sirayet ettiğine makale içerisinde yer verilmiştir.
Nüfus Politikaları
Dixion-Mueller’in araştırmaları sonucu (1993), nüfusun büyüklüğü, artışı, nüfus politikaları, hızı, dağılımı ve nitelikleri gibi demografik farklılıkları tayin etmek gayesiyle meydana getirilmektedir. Nüfus politikaları bu gayelerini hayata geçirmek için genel olarak şu alanlarda tesirini göstermektedir: İlk olarak, dünyadaki veya dünyanın belirli bir noktasındaki nüfusun büyüklüğünü tesir etmek amacıyla uygulanan çoğalma politikalarıdır. İkincil olarak hastalık ve ölümlülük oranlarını etkilemek amacıyla uygulanan sağlık politikalarıdır. Üçüncü olaraktan ise, kentleşme ve göç politikalarıdır (Özberk, 2006).
Nüfus politikalarının uygulanmasında kullanılan araçlar, doğum kontrolü, aile planlaması ve kontraseptif yöntemler uygulamalarıdır. Bu uygulamaların manaları birbirine yakın görünmekle beraber kendi aralarında çeşitli farklılıklar oluşmaktadır. Kontraseptif yöntemlerde kadının gebe kalmasını engel olan araç ve yöntemleri kapsamaktadır. Doğum kontrolündeyse, kontraseptif yöntemlerin anlam bütünlüğünden daha geniş kapsamda kullanılmakta ve gebeliğin öncesinde ve sonrasında doğumu engellemek için yapılanların tümünü oluşturmaktadır. Bu noktada, kısırlaştırma ve düşük doğum kontrolü çatısı altına girmektedir. Aile planlamasıysa doğum kontrolünün aileye uygulanması manasına gelmektedir. Bu yöntemle, ailelerin istedikleri sayıda ve zamanda gebe kalmaları aile planlamasıyla mümkün hale gelmektedir (Özberk, 2006).
Nüfus politikaları adına bu şekilde genel bir tanım yapılmasına rağmen, nüfus politikalarının sınırları kesin bir şekilde belirlenemez; bunun sebebi ise daha kapsamlı sosyal ekonomik politikalar ile birlikte olmasıdır. Nüfus politikalarının gayesi, nüfusun düzeltilmesini imkan oluşturmak olsa da uygulamada eğitim, istihdam, barınma , sağlık, endüstrideki, şehir planlaması ve tarım gelişmeleriyle etkileşim içerisindedir. Nüfus politikalarının uygulanmasında ve oluşturulmasında bu sektörlerdeki ilerlemeler, nüfus politikalarındaki amaçlar doğrultusunda veya tam tersi bir şekilde etkili olur (Özberk, 2006).
Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikalarının Genel Olarak Değerlendirilmesi
Ülkemizde uygulanan nüfus politikaları iki farklı dönem şeklinde mercek altına alınabilir. Birinci dönem, pronatalist politikaların hüküm sürdüğü, Cumhuriyet’in kurulmasında başlayan bu süreç 1960 yılına kadar devam eden ve nüfus artışını teşvik edici politikaların tatbik edildiği evredir. İkinci dönemse pronatalist politikanın tesirini yitirdiği, antinatalist nüfus politikasının hüküm sürdüğü bir dönemdir. Bu dönem 1960’lı senelerinde başlayan ve içerisinde bulunduğumuz devire kadar süre gelen prosestir.
Her iki dönemin de uluslararası ilerlemelerden; dünyanın çeşitli yerlerinde tatbil edilen program ve politikalardan; ayriyeten uluslararası kuruluşların gerçekleştirdiği değişik yönlendirmelerden etkilendiği düşünülebilir.
Pronatalist Politikalar
1911-1923 yıllarında yaşanılan büyük savaşlar sebebiyle geniş topraklar kaybedilen ve hem savaşta kayıp edilen nüfusun hem de bulaşıcı hastalıklar ve sıtmanın etkisiyle nüfusu belirli bir şekilde azalmış bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşun hemen arkasından bir çok alanda olduğu gibi nüfus alanında da ivedi bir şekilde ulusal bir politika oluşturması gereği meydana gelmiştir. İnsan kaynaklarındaki azalmanın yanı sıra çocuk ve bebek ölümlerinin gayet yüksek olması da bu dönemde nüfusun çoğaltılmasında olan ihtiyacı kuvvetlendirmiştir (Akın ve Sevencan, 2006: 1-14).
Mustafa Kemal Atatürk’ün daha Cumhuriyet kurulmadan evvel yaptığı demeçlerde ülkede uygulanacak nüfus politikasına bağlı görüşlerin şekil aldığı olduğu görünmektedir. 1922 senesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin 3’üncü açılış konuşmasını yaparken söylemiş olduğu şu kelimeler, Cumhuriyetin ilanı ile beraber uygulanmasına başlatılacak pronatalist politikaların ilk izlenimlerini oluşturmaktadır: “Ulusal sağlık uygulması ve sosyal yardım alanlarındaki gayemiz, genel sağlık ortamlarının güçlendirilmesi ve korunması, ölüm sayılarının azaltılması, bulaşıcı hastalıkların yok edilmesi, nüfusun çoğaltılması ve bundan dolayı dinamik bir neslin geliştirilmesidir” (Altıok, 1978).
Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden senelerde pronatalist nüfus politikasının izlerini oluşturan yasal düzenlemelerin tek tek kabul edilmesine başladığı gözlemlenmektedir. Bu politika, kontraseptiflerin ithalini, aile planlamasına ilişkin reklam yapılmasını engelleyen, düşüğü kanun dışı ilan edilen, geniş aileleri teşvik edici özendirme mekanizmalarını devreye geçiren özelliklere sahiptir; bu sebepten yapılan yasal düzenlemelerin de bununla uyumlu olduğu gözlemlenmektedir (Akın, 2007).
Antinatalist Politikalar
1958 senesinde bir takım bilim adamı nüfus politikasında değişimler uygulanması ve kontraseptiflere müsaade edilmesi gerektiğini savunan bir oluşum başlattı. Bu bilim adamlarından bir tanesi ve Başkent Ankara’nın önemli jinekolog doktorlarından Dr. Zekai Tahir BURAK, Sağlık Bakanlığı’na göndermiş olduğu mektupta, düşüğün cezalandırılmasına ve yasalarca suç sayılmasına rağmen, bir çok kadının bu yolu seçtiğini, kendi kendine veya güvenirsiz insanlarca sağlıksız ortamlarda meydan getirilen düşüğün anne ölümlerinin en büyük sebebini oluşturduğunu üstüne basmış; bu ölümleri engellenmesinin devletin mesuliyetinde olduğunu ve gereken mevzuat değişiminin yapılması talebini de mektubunda vurgulamıştır (Akın, 2007).
1960 senesinde ülkenin başına geçen askeri yönetimin ve sonrasında kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın çalışmaları, antinatalist nüfus uygulamalarının ikinci çıkış noktasını meydana getirecektir. Planlama devri, aşırı çoğalmanın kalkınmanın önünde set olarak görülmeye başlandığı senelerdir. Sağlık Bakanlığıyla Devlet Planlama Teşkilatı görevlileri nüfus politikasında değişim yapılması düşüncesi üzerinde ortak görüş sağlanmaktadır.
Bu devirde yasadışı bir politika olması sebebiyle isteyerek düşük datalarına ulaşmanın mümkünatı olamamıştır; fakat anne sağlığını tehdit eden tarafı, hastanelere komplikasyonla başvuran bir çok rakamda oluşan kadın üzerinden tahmin edilmektedir (Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü [AÇSAP], 2009).
Kurumsallaşması belirtilen Kanun hayata geçirilmiş; böylelikle Türkiye’nin ilk ulusal “nüfus planlaması” veya “aile planlaması” programı hayata geçirilmiştir. Bu programda RİA’ların bedava olarak temin edilmesine karşılık, diğer kontraseptifler belirli bir miktar ödeme karşılığında kullanıcıların sunumuna verilmektedir (DPT 1968, Akın 2007).
İlerleyen senelerde program içerisindeki RİA’ların yanında hap ve kondom da kamu hizmet kuruluşlarından isteyenlere bedava olarak sunulmuştur. Programın hayata geçirilmesi aşamasında daha sonraki senelerde çeşitli Bakanlıklar tarafından bir takım uygulamalara başlanmıştır. Ortaöğretim müfredatında biyoloji dersine üreme konusu dahil edilmiş; erlere ve silahlı kuvvetler personeline yönelik üreme sağlığı eğitimleri verilmiş; evli olmayanlara, üniversite öğrencilerine, çok çocuklu ailelere yönelik eğitim programları oluşturulmuştur (Akın, 2007).
Bu çalışmaların sonucunda, 2827 sayılı “Nüfus Planlaması Hakkında Kanun” 1983 senesinde kabul edilmiştir. Bu Kanunla:
– Hekim olmayan eğitimini görmüş sağlık personeline RİA takma yetkisinin verilmesi,
– 10’nuncu hafta dahil olmakla beraber gebeliklerin istek üzerine bitirilebilmesi,
– Eğitimi gösterilmiş pratisyen hekimlere gebeliğin bitirebilmesi için yetki verilmesi,
– Gönüllü cerrahi sterilizasyonun gebeliği engelleyici metot olarak istenilmesi takdirde sunulması,
– Aile planlaması hizmetlerinin güçlendirilmesi için sektörler arası işbirliğine önem verilmesi düzenlemelerine gidilmiştir.
Üreme Hakları ve Üreme Sağlığının Tanımlanması
Geçmişimizde sadece doğurgan dönem olarak düşünülen “ana-çocuk sağlığı” durumuna vurgu yapılan ve 15-49 yaşlarındaki kadınları hedef gösteren “üreme sağlığı ve üreme hakları” konusu, 1994 senesinde Kahire’de yapılan ICPD’de “üreme sağlığı ve üreme hakları” kavramı kapsamında açıklanmıştır ve içeriği şu şekilde oluşturulmuştur:
“Üreme sağlığı, üreme sistemi, onun fonksiyonları ve işleyişine ilişkin bütün alanlarda yalnızca bir sakatlık veya hastalık olmaması değil; sosyal açıdan, fiziksel ve zihinsel bütünüyle sağlam olma durumudur. Bu sebeple üreme sağlığı, insanların güvenli bir cinsel yaşama ve tatmin edici, üreme kabiliyetine ve bunun nasıl ve ne zaman yapılması gerektiğine karar verme iradesine sahip oldukları manasına gelir. Bu son şart erkeklerin ve kadınların kendi belirleyecekleri kanunlara karşıt olmayan doğurganlığı düzenleme yolları kadar yine kendilerini belirleyecekleri maliyeti uygun, kabul edilebilir, güvenli ve etkili aile planlaması metotları hakkında bilgi sahibi olabilme ve bunlara ulaşma payını ve kadının gebelik ve doğumu güvenli koşullarda geçirmesini ve çiftlerin sağlıklı bir bebeğe sahip olabilecekleri en iyi koşulları oluşturacak uygun sağlık bakım hizmetlerinden faydalanabilme hakkını içerir. Üreme sağlığının yukarıdaki açıklamasına karşın üreme sağlığı hizmetleri üreme sağlığı sorunlarını engel olarak ve çözüme ulaştırarak üreme sağlığına etkileşimde bulunabilecek hizmetler, yöntemler ve teknikler bütünü olarak açıklanmıştır. Üreme sağlığı kurumları tek gayesi sadece üreme ve cinsel ilişkiyle geçen hastalıklarda danışma ve bakım değil; aynı zamanda hayatı ve şahsi ilişkileri geliştirmek olan cinsel sağlığı da içine alır” (UN, 1994).
ICPD’de yapılan açıklamaya göre, üreme hakları ve üreme sağlığı yaşam döngüsünün ilerlemesinde her iki cinsiyeti de kapsayacağı söylenebilir. Üreme haklarını değişik şekillerde açıklayanlar da bulunmaktadır. Mesela, Lynn Freedman (1999) üreme haklarını şu şekilde tarif etmiştir: “Üreme hakları, kadının cinsel yaşamı ve üreme yaşamı mevzusunda hüküm verme ve bu hükümleri hayata geçirme yeteneğini muhafaza ederek ve bu duruma saygı duyarak, kadının kişiliğinde ve bedeninde ortaya çıkan değişimleri kontrol etme yeteneğine ilişkin etik ve yasal ilkeler birliğidir” (Dejong, 2006).
Bu yapılan açıklamaları da akılda tutarak kişilerin üreme haklarının oluşturulabilmesi için üreme sağlığı hizmetlerinin aşağıda sayacağımız maddelerin bulunması gerekir:
– Gerçek ve kapsamlı bilginin, aile planlaması dahil her türlü üreme sağlığı cinsel sağlık hizmetlerinin gereksinimi olan herkese ulaşılabilir, uygun maliyetli, kabul edilebilir ve kolay kullanılır olarak sunulmasının sağlanması,
– Gebelik ve aile planlaması yöntemleri ile ilgili sorumlu ve gönüllü seçimin desteklenmesi; ayrıca doğurganlığın düzenlenmesinde yasalara aykırı olmayan yöntemlerle ilgili bilgilendirme ve eğitim yapılması ve bunların uygulanmasının sağlanması,
– Yaşam döngüsünde değişen üreme sağlığı gereksinimlerinin toplumun farklı koşullarına duyarlı bir şekilde karşılanması,
– İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi, gerektiğinde sonlandırılması, riskli gebeliklerin, morbidite ve mortalitelerin azaltılması,
– Aile planlaması uygulamalarında erkeklerin katılımının sağlanması,
– Gebelik aralıklarını uzatmak için emzirmenin teşvik edilmesi,
– İnfertilite (kısırlık) vakalarında gereken hizmetin verilmesi,
– Cinsel yol ile bulaşan hastalıklar ve erken tanı, HIV/AIDS’ten korunma ve tedavi hizmetlerinin sunulması,
– Ergenlere üreme sağlığı, cinsel sağlık eğitimi ve hizmetlerinin verilmesi,
– Güvenilir annelik hizmetleri,
– İleri yaş grubundakilere yönelik üreme sağlık ve cinsel sağlığı hizmetleri (osteoporoz ve malignensiler15 gibi) (Akın 1998, UN 1994).
Üreme Sağlığı Hizmetleri
ICPD Eylem Programı’nın bu konu altında ülkelere tavsiyesi, 2015 senesinden önce tüm insanların birinci basamak sağlık hizmetleri vasıtasıyla üreme sağlığı kurumlarına ulaşımının sağlanması yolundadır. 1982 Anayasası’nın “Sağlık ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56’ncı maddesi kapsamında Devlet tarafından Türkiye’deki sağlık hizmetleri yerine getirilmektedir. Sağlık politikalarının genişletilmesi ve ana sağlık hizmetleri yönünde tedavi edici ve önleyici sağlık hizmetlerinin takdim edilmesinde mesul olan kuruluş Sağlık Bakanlığı’dır. İl kategorisindeyse, İl Sağlık Müdürlükleri sağlık hizmetlerinin devam ettirilmesinden mesuldürler. Şu zamanda bile devam eden birinci basamak temel sağlık hizmetleri takdim edilen Sağlık Ocakları ve Sağlık Evleri Ağı, hizmetlerin köy düzeyine kadar ulaştırılması gayesiyle 1961 senesinde kabul görülen ve 1963 senesinden bu zamana yürürlükte olan “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun” kapsamında yürütülmektedir (HÜNEE, 2009 b).
Bunların hepsi, Sağlık Bakanlığı’nın cinsel sağlık/üreme sağlığı sahasında dünyada ortaya çıkan dönüşüm ve değişimleri takip ettiğini ve politikalarda lüzum olan değişimleri yerine getirme arzusuna sahip olduğunu işaret etmektedir. Başka bir şekilde, 1994 senesinde Kahire’de bir araya gelinen ve bu tezin inceleme sahasını meydana getiren ICPD Eylem Programı’nın Ülkemizdeki politikalara tesir ettiğinin bir emaresidir. Bu sistem düzenine bakarak, her aile hekimi hemen hemen 2.500-3.000 kişiden mesul olup, bu bireylere karşın tedavi edici ve önleyici sağlık hizmetlerini yerine getirmektedir. Aile hekiminin mesuliyetleri; kişiye karşı koruyucu sağlık hizmetleri sunmak, aile planlaması ve ana çocuk sağlığı hizmetlerini vermek (aile planlaması hizmetleri daha sonradan 200.000 nüfus için tarif edilen Toplum Sağlığı Merkezleri’ne teslim edilmiştir), periyodik muayeneler (serviks, meme vb), yaşlı sağlığı ve ruh sağlığı hizmetleri, yaşlılara, özürlülere, yatalaklara evde bakım hizmeti sunmaktadır. Aile hekimi şehre uzak olan yerlerde bulunanlara gezici hizmet verir. Gebe aşıları ve aşılama hizmetleri aile hekimince sürdürülür. Aile hekiminin her birinin yanında en az bir aile sağlığı görevlisi (ebe, hemşire veya sağlık memuru) bulunur (HÜNEE, 2009 b).
Üreme ve Nüfus Sağlığı Eğitimi
ICPD Eylem Programı’nda bulunan tavsiyeler arasında nüfus hakkındaki eğitimin ilköğretim çağından başlatılması; bu eğitim etkinliklerine üreme sorumluluğu, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, toplumsal cinsiyet duyarlılığı konularının dahil edilmesi bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığınca 2004-2007 senelerinde yürütülen Türkiye Üreme Sağlığı Programı çerçevesinde konuya dahil olarak hazır edilen raporun verilerine göre, Türkiye’de erkek ve kız çocukların psikososyal, fiziksel ve cinsel gelişim evreleri hakkında yeteri kadar bilgiye sahip değildir. Cinsel sağlığı ve Üreme sağlık bilgileri, ilköğretim okullarında birinci kademelerde öğrencilerin müfredatında bulunmamaktadır. İlköğretim okullarının ikinci kademesinde bulunan eğitimdeyse fen bilgisi dersinde üreme konularının sunulması şeklinde olup, cinsel sağlık bakımından yeterli bulunmamıştır. Liselerde ve üniversitelerde küçük örneklem gruplarıyla uygulanan çalışmalarda genç yaştakilerin üreme sağlığı ve cinsel sağlık bilgileri yeteri miktarda olarak değerlendirilmemektedir (Sağlık Bakanlığı, bt). Diğer taraftan gençlik devrinde cinsel sağlık ve üreme sağlığı tehditlerinin başında gelen cinsel yol ile yayılan enfeksiyonlar hakkında bilgiye sahip oldukları bu bilgiyi nereden edindikleri sorusuna gençlerin vermiş olduğu cevaplar, eğitim sistemi yönünden üzerinde ehemmiyet verilmesi gereken bir meseleyi göstermektedir. Mesela, 2007 Türkiye Gençlerde Üreme Sağlığı ve Cinsel Sağlık Araştırması neticelerine bakılarak cinsel yol ile yayılan enfeksiyonlar konusunda gençlerin sahip olabildikleri bilgi kaynakları arasında okullar birinci bulunamamaktadır (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Nüfus Bilim Derneği, 2007).
Bilinçlendirme ve Halk Eğitimi
ICPD Eylem Programı, takdim edilen hizmetlerin halkın elde edebilmesi için aile planlaması, nüfus, üreme sağlığı, üreme hakları konularında bilinçlendirme ve halk eğitimi kampanyaları yürütülmesini tavsiye edilmektedir. Günümüz zamanında temel sağlık hizmetlerinin insan merkezli kalkınma etkinliklerinin önemli bir bileşeni ve bir parçası olarak ön görülen üreme sağlığı hizmetlerinin kalitesinin iyileştirilerek takdim edilmesinin yanı sıra, takdim edilen hizmetlere olan isteklerin artırılması da ehemmiyetli bir öncelik alanıdır. Bundan dolayı ilk olarak toplumunun hizmet alma ve sağlık bilincinin artırılması icap etmektedir. Halkın yanında olabilme, sağlık hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir. Halka hizmet konumunda olan Devletin, takdim ettiği hizmetleri halka çeşitli mesajlar yolu ile iletmesi bunu elde edebilme yollarında bir tanesidir. Fakat halka ulaşma marifetleri, halkın dikkatini ve ilgisini çekecek etkinlikleri geliştirme yetenekleri potansiyel olarak Devlet kuruluşlarında daha çok olan sivil toplum kurumlarınca ortaya konulan faaliyetler bu manada büyük bir ehemmiyete sahiptir. Türkiye’de 1960’lı senelerinde başlatılan ilk aile planlaması programıyla beraber bu sahada etkinlik gösteren sivil toplum kurumlarının kurulmaya başladığı gözlemlenmektedir. O devirde özellikle aile planlaması ve ana çocuk sağlığı konularında etkinlik gösteren bu sivil toplum kurumları, zamanla gerek ülke içinde gerekse uluslararası alanda ortaya çıkan değişim ve dönüşümler kapsamında etkinlik sahalarını genişletmişlerdir. Diğer taraftan, 2004-2007 senelerinde ortaya konan Türkiye Üreme Sağlığı Programı’nın iki ana bileşeninden birini yerine getiren “hizmete olan isteğin fazlalaştırılması” 54 bileşeni kapsamında program süresince 107 adet sivil toplum kurumun toplamda 88 adet projesine 20 milyon Euro para sağlanmıştır (Sağlık Bakanlığı, 2005).
Türkiye’nin üreme sağlığı/hakları sahasında sivil toplum kurumlarının sürece entegre olma ve bu yol ile halka ulaşma açısında başarılı bir konumda yer aldığı söylenebilir. Türkiye’de 1960 yıllarına kadar nüfusun artması desteklenmiş ve bunun için değişik yasal düzenlemeler uygulanmıştır. Bunu takip eden senelerde özellikle Devlet Planlama Teşkilatı kalkınma planlarında nüfus artmasını azaltacak önlemler asıl hedefleri arasına koymuştur. Bu konumdaki hipotez kalkınmanın yerine getirilmesinde önündeki en mühim engelin yüksek doğurganlık olduğu iddiasıdır. Bu devirde kalkınmanın en ana göstergesi kişi başına düşen gelirin çokluğudur. Nüfus artışının yüksek olduğu süre boyunca kişi başına düşen gelir kısıtlı bir miktarda kalacağı tahmin ediliyordu. 1970 senelerinin ortasında özellikle III.Dünya ülkeleri’nden bu tür yaklaşıma kınamalar gelmiştir. Ekonomik ve sosyal gelişme olmadan tek başına nüfusun azalma göstermesi kalkınmayı desteklemeyeceğini, aksine sadece ekonomik ve sosyal gelişmeler olursa nüfus artışının hızında azalma olacağı savunulmuştur. Bu değişim Türkiye’de de kalkınma planlarına yansımıştır. 1990 senelerinden sonra uluslararası metinlerde aile planlaması kavramının yerine daha geniş çerçevede buluna üreme hakkı ve üreme sağlığı kavramı kullanılmıştır. Bu kavram ile nüfus politikalarındaki hedef nüfus kontrolünden, demografik hedeflerden bireylerin tüm yaşantıları boyunca sağlıklı ve doyum sağladıkları bir cinsel yaşantı ve üreme sağlığına yönelmektedir. Üreme hakkı farklı yöntemler ve olası yan etkileri konusunda kullanıcıları bilgilendirilmesini gerektirmektedir; ancak Türkiye’de özellikle doğum kontrol hapı ve RİA’ya ehemmiyet gösterilmektedir. Diğer yandan bu hizmetler büyük ölçüde büyükşehirlerde yürütülmektedir.
Türkiye’de nüfus politikaları, kadınların kendi bedenleri üzerindeki toplumsal konumlarını iyileştirmeyi, denetimlerini artırmayı, kadına yönelik şiddeti engellemeyi ya da sağlıklarını korumayı hedeflemez. İzlenen politikalar ile kadını nüfus artış hızını azalmasında bir araç olarak görülür.
KAYNAKÇA
1. Akın, A. (1998). Uluslararası Kararlar Paralelinde Üreme Sağlığı Konusunda Türkiye’deki uygulamalar. Sağlık ve Toplum Kadın Sağlığı Sayısı A. Akın (Ed.), (3-4):16-22.
2. Akın, A. Sevencan, F. (2006). Türkiye’de Kadın Sağlığının Düzeyi ve Aile Planlaması Uygulamalarının Durumu, Türkiye Klinikleri Cerrahi Tıp Bilimleri Jinekoloji Obstetrik Aile Planlaması Özel Sayısı-I, 2(13), 1-14.
3. Akın, A. (2007). Emergence of the Family Planning Programme in Turkey. W.C. Robinson, J.A. Ross (Eds.), The Global Family Planning Revolution Three Decades of Population Policies and Programs içinde 85-102. New York: The World Bank.
4. Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü (AÇSAP). (2009). Adolesan Gebelikler (23.10.2009 tarih ve 5856 sayılı). Yayınlanmamış Rapor.
5. Altıok, E. (1978). “The Development of a Population Policy and Its Implementation”. N. Levine and S, Üner (Eds.), Population Policy Formation and Implementation in Turkey içinde (53-74). Ankara: Hacettepe University Publications.
6. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Nüfus Bilim Derneği. (2007). 2007 Türklerde Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması. Ankara: Birlemiş Milletler.
7. Dejong, J. (2006). Capabilities, Reproductive Health and Well Being. Journal of Development Studies, 42 (7): 1158-1179.
8. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT). (1968). İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972). Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı.
9. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE). (2009 a). Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 Temel Bulgular. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
10. Özberk, E. (2006). Nüfus Politikaları ve Kadın Bedeni Üzerinde Denetim. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi.
11. Sağlık Bakanlığı. (bt). Dünyada Ve Türkiye’de Gençlerin Üreme Ve Cinsel Sağlık Durumları. Aralık 2009.
12. Türkiye Üreme Sağlığı Programı. (2006). Üniversite Gençlerinin Cinsel ve Üreme Sağlığı Beş Üniversite Çalışması. Ankara: Türkiye Üreme Sağlığı Programı.
13. Türkiye Aile Planlaması Derneği. (1997). IPPF Üreme Hakları ve Cinsel Haklar Bildirgesi. Ankara: Türkiye Aile Planlaması Derneği.
14. Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPV). (2005). Türkiye’de Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı: Dünü, Bugünü ve Geleceği Ulusal Konferans-I (Sunum ve Bildiriler) Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı 15-16 Kasım 2005 İstanbul. Ankara: TAPV.
15. United Nations (UN). (1994). Population and Development, Programme of Action adopted at the International Conference on Population and Development, Cairo, 5-13 September 1994. Ankara: Birleşmiş Milletler.